Görmek, dokunmak, tatmak, koklamak insanlar için çok önemli hisler. Doğduğunda  bu hislerle doğar. Belki nefes aldığının, göz kırptığının farkına bile varmaz. Ta ki bu mucizevi özellikler kendinden alınana kadar. Eğer bir gün koklayamazsak, göremezsek, hissedemezsek ne yaparız? Bu dünyanın sonunun gelmesi kadar korkutucu ve istenilmeyen bir durum olur.

Aşık olmak istemeyen yetenekli yemek şefi Michael, insanlara karşı soğuk davranan ancak çok güzel olan doktor Susan ile tanışır. Susan kimseyle ilişki kurmamak adına kendini işine adamış, Şef Michael ise tek gecelik ilişkilerle yetinmiştir. İşte bu korkuları taşıyan iki yetişkinin yolları burada kesişir. İkisi de birbirlerine karşı bir çekim hisseder ancak ortada daha büyük bir problem vardır. Dünyada insanların duyularını sırayla yok eden bir  salgın tıpkı onların aşkı gibi beklenmedik bir anda baş göstermiştir. Bu amansız hastalık içinde bu aşk acaba ne kadar sürecektir?

Ne kadar mükemmel bir yaradılışa sahibiz. Yaşıyoruz, yaşamak zorundayız. Koku alamıyoruz fakat buna alışmalıyız ve yaşamımıza devam etmeliyiz. Nereye kadar? Sağır olduk, kör olduk ve hala yaşama tutunuyoruz. İstinasız herkes hasta. Film devam etseydi ‘tüm bu his kaybından sonra daha kötü ne olabilir ki?’ sorusuna cevap verir miydi bilmiyorum ama sanırım geri kalan boşlukları biz doldurduğumuz için bu kadar etkileyici bir yapım olmuş. Farklı konusu, oyunculuklar ve senaryo göz dolduruyor. Tüm bunlar da filmin kalitesine kalite katmış. 5 üzerinden 4.5 diyebiliriz.