Gidenler olur,

Kalanlar ölür

ve herkes biraz erken büyür.

Merhabalar,,,

Ağustos ayında çıkan Erdal Arslan'ın kitabı olan 'Elveda Çocukluğum'u okumaya yeni fırsat buldum.

Yazarımızdan kısaca bahsedecek olursak:

Erdal Arslan 1988 doğumlu genç bir yazardır. İşletme mezunudur ve hem muhasebe hem de idari işler bölümlerinde görev almıştır. Ayrıca gönüllü olarak özellikle böbrek hastalarıyla ilgili sivil toplum örgütlerinde aktif görev almıştır. 2014 yılında ise memur olmuştur ve şimdi de Gaziosmanpaşa İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nde görev yapmaktadır.

Yazarımızın hem böbrek hastalığıyla ilgili sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak yer alması hem de aslen böbrek hastalığıyla ilgili olan bu kitabı yazması beni çok düşündürdü. Çünkü yazarlar eserlerinde çoğu zaman hayatlarından büyük izler taşır. Acaba yazarımızın sivil toplum örgütlerinde aktif rol almasının sebebi ne dersiniz?

Elveda çocukluğum,

Elveda hayalini kurduğum bisiklet,

Elveda üç kuruşluk dostluklarım,

Elveda...

Kitabın Konusu:
Halil 15 yaşında bir çocuktur. Vücudunda oluşan bazı anormallikler sonucunda annesiyle birlikte hastaneye gidip gelmeye başlar. İlk başlarda bunu umursamasa da çok geçmeden böbrek hastası olduğunu öğrenir.

Telaşla iştigal…

Nasıl anlatsam bilmiyorum,

Kelimeler kifayetsiz,

Sözler anlamsız bugün.

Artık Halil'i sıkıntılı günler bekliyordur. Lise 1'e giden Halil bir haftalık rapor alıp hastaneye yatmak zorunda kalır. Arkadaşlarından ve hoşlandığı kızdan uzak kalmak zorundadır. Hatta vermek zorunda olduğu kararlar da vardır. Belki de en önemlisi ölüm kapısının eşiğinde bekliyordur...

Haseki’de bir ana kuzusu;

Kopuyor memeden, ak sütten.

Penceremin yanındaki ey yaşlı çınar,

Söylesene bana ölecek miyim?

Yıpranmış bedenimle bu genç ruhumu,

Mis kokan toprağa gömecekler mi?

YORUMUM:

Zaten incecik, akıcı bir kitap ve bir iki saatte okuyup bitirdim. Kitabın konusu da çok güzeldi. Bazen kendinizi Halil'in yerine koyuyorsunuz, bazen ise kendinizi onun yanında hissediyorsunuz. İnsan hayatında yaşadığı zorluklar sayesinde büyür, olgunlaşır. Bu acılar her ne kadar bizi üzse de sert rüzgarın karşısında güçlü bir insan yapar. Aslında büyüdüğümüzü düşünsek de yüreğimizin en derin en ıssız köşelerinde o küçük çocuk vardır. İşte kitabın vermek istediği mesaj bu...

 Gidenler olur, kalanlar ölür ve herkes biraz erken büyür.

Kitaba karşı tek eleştirim ise, yazarın bize Halil'in duygularını tam yansıtamadığını düşünüyorum. Her şey hemen oldu bittiye getirilmiş. Kitaptaki yazılardan çok bölümlerin başlarındaki sözleri beğendim. Ayrıca Halil'in hastanede çektiği sıkıntılar, tedavi yöntemleri de bize tam olarak anlatılmadığını düşünüyorum. Yine de okuyabileceğiniz size mutlaka bir şeyler katabilecek bir kitap. En azından sağlığınızın, sevdiklerinizin ve hayatın değerli olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. 

Sigurd Erikson, yaz mevsiminin başında kralın vergilerini toplamak için kuzey Estonya'ya gitmişti. İşi onu zamanla Finlandiya Körfezi'nin üzerinde yer alan malum limana getirmişti.
Pazar yeri boyunca sürdükten sonra atından indi, önünde batmakta olan güneşin aydınlattığı denizin sakin dalgalarına doğru gözlerini çevirdi. Bir grup balıkçı teknesi akıntıyla birlikte kıyıya yanaşıyor, birkaç ticari gemi de kıyıda demir atmış bekliyordu.
Kıyının yakınlarında, rıhtım görevi gören, yontulmuş bir kaya yığınına demir atmış, ihtişamlı, uzun bir Viking gemisi güverte yelkenini açıyordu. Gemi boyunca sıralanmış beyaz kalkanları görünce gözleri parladı. Bu geminin, kendi vatanı Norveç yakınlarından geldiğini biliyordu. Fiyortların savaşçılarıyla sohbet etme fırsatı pek sık karşılaştığı bir durum sayılmazdı.
Geminin çevresinde gürültülü bir kalabalık toplanmıştı. Kalabalığa doğru ilerledi, aralarından birinin sergilediği başarının övünçle haykırıldığını duydu. Sigurd kalabalığa karıştı, borda iskelesine çıkmış, bıçakla jonglörlük yapan bir genç gözüne çarptı.
Sigurd, yanındaki tüccara sordu:
"Kimin oğlu?"
"Kimin oğlu olduğu beni ilgilendirmiyor," diye yanıtladı tüccar. "Viking soyundan olabilir; bir Viking'in ruhunu, kanında denizin tuzunu taşıyor. Aynı kanı taşımayan biri o çocuğu ehlileştiremez. Adına gelince, eğer gerçekten varsa tabii, sahibi ona Reasthrall diye sesleniyor."
"Onu satın alıp, Kraliçe Allogia'ya sunmak üzere Holmgard'a götürmek istiyorum," dedi Sigurd, henüz kim olduğunu ve tüm Norveç halkının kaderini değiştireceğini bilmediği genç köleyi izlerken.
(Tanıtım Bülteninden)

Yorumum:

Robert Leıghton'un yazmış olduğu Vikingler romanının konusu gercek hayattan alınmıştır. Romanda Norveç Kralı 1. Olaf'ın hayatı anlatılmıştır. Romanda Olaf'ın köleyken nasıl kral olduğu, Olaf'ın Hristiyan oluşu ve Hristiyanlığı yayma çabaları anlatılmış.
Roman oldukça sade ve akıcı bir dille yazılmış. Yazarın anlatımı her ne kadar sade ve akıcı olsa da bir Viking romanı olmasından dolayı sürekli kendinizi bir savaşın ortasında buluyorsunuz. Bu da benim kitabı okurken yer yer sıkılmama neden oldu. 😊
Roman 22 bölümden oluşmasına rağmen romanı baş karakterin hayatı açısından iki ana başlıkta toplayabiliriz; 1. Olaf'ın kral oluşu, 2. Olaf'ın Hristiyanlığı yayma çalışmaları.
Yazarın günümüze dair verdiği bilgilerden ve bazı olaylarla ilgili halk arasında anlatılan rivayetlerden bahsetmesi romanın konusunun gerçek hayattan alınmış olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.
303 sayfadan oluşan ve konusunu gerçekte yaşamış tarihi bir şahsiyetten alan bu romanı ben çok severek okudum. Eminim sizde çok seveceksiniz... Mutlaka okuyun derim ben...

Sayfa Sayısı: 304
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
Yayınevi: Panama Yayıncılık

           
                                        Arzu Kaz
 

Aşk her zaman aşktır. İki kalp ahir zaman da kavuşamazsa ebedi dünyada kavuşurlar.

Tanzimat Dönemi'nin roman türünde ilk yazılı eseridir Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat. 1872 yılında yazılmış olan roman içinde birden fazla hikâyeyi de barındırmaktadır.  Çok uzun olmayan kitap töre, aile ve ağırlıklı olarak aşk konusunu anlatmaktadır. Çeviriden dolayı kitabın dili çokta olmasa yalındı. Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri kabul edilen romanı herkes okumalı..

Kitap hakkında bilgi vermek gerekirse ;
Hayatı boyunca kapı dışarı çıkmamış bir kızın cunba da görüp de tutulduğu bir gence olan dillere destan aşkı.
Kalem olarak çalışan bir gencin işe giderken cunba da gördüğü ve yıldırım aşkıyla tutulduğu bir kız. Onlar birbirlerini birbirlerinden habersiz sevdiler lakin kader onları pekte güzel sürprizlerle karşılamadı..
Büyük bir keyifle okuyup bitirdim. Ve kesinlikle herkese tavsiye ederim.

İşte!
Her şeyin, bir bedeli vardır. Bazı önemsiz veyahut hediye edilmiş Şeyler dışında ama unutmayın; hayat her Zaman güzellikler ve mutluluklar hediye etmez bize… Bedel gerektirir; hem de bazen Ödeme şartları en zor, en ağır bedeller... Belimiz bükülür, sırtımız ağrır, en zoru da Sol yanımız acır. İşte en kötüsü de budur. Aslında, başkasına kesilen cezayı, bizim Ödemek zorunda kalmamızdır.

Merhaba...

Bilirsiniz, macera- gerilim- polisiye kitaplarını çok severim. Çünkü bu türdeki kitaplar insan zihnini daima açık tutar. Bu türdeki kitapları okurken sürekli düşünürüm katil kim, bu olayın gizemi ne diye...

Ama son zamanlarda bir karar verdim. Artık çok çeşitli türlerde kitaplar okuyacağım. İşte bu yüzden yavaş yavaş macera- gerilim türündeki kitapları art arda okumak yerine aralara farklı türlerde kitaplar serpiştirmeye başladım. Bu ay bir baktım ki okuduklarım arasında bir tane polisiye- gerilim türünde roman var: O da TAKİP. Aslında bunun için de mutluyum. Çünkü amacıma ulaşmaya yaklaştım.

Yine benim için değişik bir konusu olan Vedat Onat'ın yazdığı Cennetteki Kaplumbağalar kitabından sonra kitaplığımdan 'Sütlü Kahve' kitabını seçtim. Sütlü Kahve kitabının yazarı ise Mustafa Tenker. Aslında bir taşla iki kuş vurdum mu desem, ne desem bilmiyorum ama ben ciddi ciddi Türk yazarları okumaya başladım. Tabi ki önceden de Türk yazarları okuyordum ama yeni yazarlara karşı önyargılı bakmıyor da değildim...

Ne yalan söyleyeyim bu kitabı seçmemin ilk nedeni ön ve arka kapak resmi oldu. Kitabın çok güzel bir kapak resmi var. Yan yana konulmuş iki kupa bardak, içlerinden kalpli kağıtlar çıkıyor ve kahve yazıyor. Kitaptaki açık ve koyu kahve tonları çok kibar ve hoş olmuş. Bu kapak resminde bir diğer dikkatimi çeken şey ise üzerinde yazan yazı oldu. Şöyle yazıyordu:

"Hayat; Süt Kadar BEYAZ,
Kahve kadar ACIYDI..." 

Gerçekten de hayat süt kadar beyaz ve kahve kadar acı. Bir an mutlu oluyorsanız bir saniye sonra kendinizi yıkılmış halde bulabiliyorsunuz. Hayat herkese iyi davranmaz ve bence en mutlu, en zengin, en huzurlu, en ünlü ve bunun gibi başına EN koyup yanına ne kadar bize hayatları muhteşem gelen kişiler varsa hepsi bu başarıya ulaşmak için ya çok büyük bedeller ödemiştir ya da hayatları aslında muhteşem değildir. Çünkü bir şey ne kadar muhteşem görünüyorsa aslında o kadar da berbattır... İşte bu kitapta süt kadar beyaz hayatları olan insanların bir anda kahve kadar acı bir hayata gözlerini açmalarını okuyorsunuz. Hem de hiç bir suçları varken başkalarının hatalarının bedelini ödüyorlar.

Yazarımız ise Mustafa Tenker, ilk önce 2013 yılında ilk şiir kitabını çıkarmış. Bu şiir kitabının ismi ise Hıçkıran Mürekkep. Mustafa Tenker uzun bir süre şiirlerinin 'Şair Meşru' ismiyle yazmış. Bu mahlası kullanmasının sebebi ise hem bilinmek istememesi hem de kendinden çok şiirlerinin ön plana çıkmasıdır. Mustafa Tenker 2015 yılında ise Sütlü Kahve romanını çıkarmış. Sütlü Kahve'nin ilk baskısı 2015 yılında çıkmasına rağmen ardından beş ay sonra ikinci baskısı çıkmış. Ve şu an bu iki kitabına Kitap Yurdu gibi sitelerde baktığımda tükenmiş olarak görünüyor...

Kitabın konusuna gelirsek, kitabı açtığınızda Bern'de büyük bir aşk ile karşılaşıyorsunuz. Maja ve Oscar'ın aşkı. Günümüzdeki aşkların tersine onlarınki bir başkaydı... Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin ve Romeo ve Juliet gibi bir aşktı onlarınki... Birbirine söylenen sözleri kalbinize dokunurken, birbirlerine bakışları adeta gözünüzün önüne geliyordu... Ama büyük aşkların sınavı da büyük olurmuş. Peki Maja ve Oscar bu sınavlara yenik mi düşecekti, yoksa bütün zorlukları aşıp beraber el ele yürüyecekler miydi?

Kitapta sadece Maja ve Oscar'ın aşkı anlatılmıyor. Bunun dışında büyük bir aşk daha var. Bilinmeyen bir yerden gelen beklenilmeyen bir kitabın içindeki aşk... İki farklı dünyada farklı amaçlar için yetişen, birbirine düşman iki kişiydi onlar... Ama yüreklerindeki amaç aynıydı. Ne yazık ki biri kandırılmış ve kötü kişilere hizmet etmekteydi. Diğeri ise yüreğindeki amaç kadar temiz bir amaca hizmet ediyordu. İşte kitapta böyle bir aşk daha var... Mutlaka okumak isteyeceğiniz bir kitap Sütlü Kahve...

Kitabın dili oldukça akıcı ve sadeydi. 480 sayfalık bir kitap olsa da elinizden bırakamayacağınız oldukça sürükleyici bir kitap. Ben sonlara doğru kitap hiç bitmesin istedim. Hatta kitabı bitirdiğimde "Devamı yok mu?" diye de sordum kendi kendime. Bence bu kitabın devamı olmalıydı. Çünkü hala aklımda çözümlenmeyen sorular var. :) Kim bilir bekli de yazar kitabın devamını yazıyordur...

Kitabın her bölümünden önce sizi ikişer tane söz karşılıyor. Bunlardan birkaçı:

Sen güneşi takip edeceğine; güneş, senin ardına düşsün...

Benim kalbim O'rası değil! Yanlış yeri kestiniz!

Bit artık yalnızlığım, bit artık sensizliğim. Ben onsuzluğa fazla demlendim...

İşte böyle bir sürü güzel söz var... :) 

Son olarak bu kitabı okuduysanız ya da okuyorsanız mutlaka bir yorum bırakın... :) Şimdilik hoşçakalın...

Kitaptan 

OYSA O MERMİ; Sadece Seni Öldürmedi!

Değerli Meslektaşlarım, 

Polisin de adalete, insan gibi yaşamaya, insan gibi çalışmaya hakkı olduğunun farkına varılabilsin, demokrasi adına daha fazla polis yaşamına son vermesin ve bu son olsun temennisi ile İzmir Çeşme Adliye önünde kendimi şehit ediyorum..,

Umarım işe yarar, sesimiz duyulur, siz geride kalan meslektaşlarım hak ettiğiniz özlük haklarınıza, insan hakları ile insani koşullarda yaşama ve çalışma şartlarına kavuşursunuz!

Geride bıraktığım 71 yaşındaki annemi oğulsuz, 9 yaşındaki zaten annesiz büyüyen oğlumu bir de babasız, ailemi, sevenlerimi ve sevdiklerimi bensiz bıraktığım için üzgünüm.

Meslektaşlarımın "geride bıraktığım emanetlerime sahip çıkacaklarından da şüphem yoktur"

                                                                                    EROL BENZER

Polis intiharları her geçen gün artıyor, peki neden? 

Hiçbir baba çocuklarını ve eşini arkasında bırakıp gitmek istemez, Polislerimizin çalışma şartlarını, özlük haklarını ve buna bağlı olarak bozulan psikolojik durumlarını göz önüne alırsak polis intiharlarının sebebini az da olsa anlayabiliriz 

Kendisi de polis olan yazarımız Ali Bayram, Erol Benzer'in intihar haberinden esinlenerek bu kitabı yazmış.

Belki haberlerde ya da gazetelerde görmüşsünüzdür. 6 Temmuz 2013'te 37 yaşında, 13 yıllık polis memuru ve 9 yaşında bir çocuk babası Erol Benzer İzmir - Çeşme'de adliye önünde beylik tabancasıyla intihar etti. Arkasında da bir not bıraktı. Bu not kitabın arka kapağında da yer alıyor...

Ali Bayram, bu olaydan etkilenerek yazdığı bu kitabın gelirini Erol Benzer'in anısına oğlu Eray Benzer'in eğitim masraflarına hediye etmiş.

Kitabın baş karakteri ise Mesut. Karakterimiz iyi niyetli, 7 yıldır polis olan bir delikanlıdır. Mesut'un görevinin 7. yılında ise tayini Ankara'dan Diyarbakır'a çıkar. Zaten polisimizin yaşadığı sıkıntılar da bu şekilde yaşar. Hiç tanımadığı bir yer, maddi sıkıntılar ve sözlüsüyle ilişkisindeki problemler polisimizin ana sorunlarıdır. 

Kitapta, Erol Benzer'in yer aldığı otobüs bölümü kitaba farklı duygusal bir hava katmış. 

Kitabın dili ise akıcıydı. Zaten 133 sayfalık bir kitap ve eğer hızlı kitap okuyan birisiyseniz 1-2 saatte mutlaka bitirirsiniz. Kitabın bazı yerlerinde çok duygulandım. (Özellikle de kitabın sonunda.) O kadar güzel ve etkileyici bir kitaptı ki bazı yerlerde gerçekler yüzünüze acımadan çarpıyor. Bence polis olsanız da olmasanız da içinde kendinizden ya da çevrenizden mutlaka bir şeyler bulacaksınız ve artık polislere karşı farklı bir açıyla bakacaksınız. Kitap biraz daha kalın olsaydı daha çok hoşuma gidebilirdi ama bu şekilde de gayet güzel bir kitap olmuş. 

Bence bu kitabı polis olmak isteyenler mutlaka okumalı. Çünkü günümüzde o kadar üniversite mezunu var ki sırf bir işsizliğin baskısıysa hangi mesleğe daha kolay atanılıyorsa oraya yöneliyorlar. Bu mesleklerden birisi de polislik. Fakat polislik kolay bir meslek değil. Fedakarlık gerektirir, cesaret gerektirir, güç gerektirir. Son olarak toparlarsak bence polis olun ya da olmayın bu kitabı mutlaka okuyun. ;) 

Büyük Ayı, Küçük Ayı'nın kulağına doğru eğilip fısıldayarak: "Doğa Ana kış uykusundan uyandı. Tabiat özgürlüğünü kazanacağı savaş için hazırlanıyor. İnsanların devri sona erecek, doğa yenilmez," dedi…

Cennetteki Kaplumbağalar, macera ve serüvenle dolu uzun bir yolculuk. Deniz kaplumbağalarının Tunus'tan yolca çıkıp Mersin'deki yumurtalama bölgelerine varana değin başlarından geçen olağanüstü yaşam hikâyelerini konu alan bu hikaye, yediden yetmişe herkesin daha bilinçli olmasını sağlayacak yol gösterici ve keyifli bir eser. Öğretici ve bilinçlendirici olmasının yanında, toplumun trajikomik yanlarını deniz altındaki farklı canlılara aktararak empati duygusunu aşılıyor ve kaplumbağaların sesi olup insanlığa önemli bir mesaj veriyor:

"Biz de varız ve tıpkı sizin gibi yaşamak istiyoruz."
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 144

Baskı Yılı: 2015


Dili: Türkçe
Yayınevi: Postiga

 Benim Yorumum:

Vedat Onat'ın yazdığı ' Cennetteki Kaplumbağalar' isimli kitap oldukça akıcı, sade dili olan bir kitaptı. Hatta ben bu kitabı 'şirin' diye de nitelendirebilirim.

Kitabın vermek istediği mesaj ise çok anlamlı ve açık. Bu mesajı sadece arka kapak yazısının son cümlesini okuyarak da anlayabilirsiniz.

"Biz de varız ve tıpkı sizin gibi yaşamak istiyoruz."

Kitabımızın baş karakterleri ise diğer kitaplarınkinden birazcık farklı. Kitap deniz altında yaşayan canlıları anlatıyor. Kitabın ilk sayfasını açtığınızda Yeşil Kamlumbağa ile karşılaşıyorsunuz. Zaten kitaptaki Yeşil Kaplumbağa, Bilge Kaplumbağa ve Kibirli Kaplumbağa kitabın baş karakterleri. Bunlar dışında ise balıklar, yengeçler, köpek balıkları, yunuslar ve türlü türlü canlılar var. Hatta insan bile kitaptaki karakterler arasında yer alıyor.

Gelelim konumuza bu şirin kaplumbağalar yumurtlama bölgelerine gitmek için Tunus'tan Mersin'e doğru yola koyuluyorlar. Sürünün lideri Bilge Kaplumbağa'dır ve sürüsünü toplayıp kutsal bir amaç için zorlu bir yolculuğa çıkar.

Bilge Kamlumbağa isminden de anlaşıldığı gibi oldukça görmüş geçirmiş yaşlı bir kaplumbağadır. Yeşil Kaplumbağa ise daha toy ve heyecanlı bir kaplumbağadır. Üstelik üreme bölgesine ise ilk defa gidecektir. Kibirli Kaplumbağa da adı üstünde kibirlidir. Ancak onun kibirli olmasının sebebi ilerleyen sayfalarda ortaya çıkar.

Yolculuğa çıkan kaplumbağaları türlü türlü maceralar, eğlenceler ve tehlikeler bekliyordur. Bazen doyasıya eğlenen kaplumbağalar bazen de dostlarını kaybetmenin acısıyla yıkılırlar.

Kitabın ismi olan 'Cennetteki Kaplumbağalar' ise çok güzel bir yerin ismidir. Bu da size süpriz olsun. :)

Ben bu kitabı sade diliyle, değişik karakterleriyle ve anlamlı mesajıyla çok beğendim. Kitapla ilgili çok fazla anlatmak istediğim şey var ancak belki siz daha önce okumamıştırsınız ve okumak istiyor olabilirsiniz diye anlatamıyorum.

Özellikle bu kadar genç bir yazar böyle bir konuda kitap yazdığı için kendisini tebrik ediyorum. Çünkü çevreye karşı duyarlı olan genç yazarımız mesela aşk ya da polisiye gibi insanların daha çok ilgisini çektiği bir konuyla ilgili de kitap yazabilirdi. Bu arada kitapta aşk da var dostluk da macera da. :)

Şimdilik görüşmek üzere kendinize iyi bakın. ☺

Yıllar sonra eski aşkınızla yeniden karşılaşsanız neler yaşayacağınızı hiç merak ettiniz mi?

Alice henüz on sekiz yaşındayken, güneşin sımsıcak ısıttığı bir yaz tatilinde Joe ile tanışır. Daha göz göze geldikleri ilk anda birbirlerine âşık olurlar. Kısacık yaz tatili, ardında iki kırık kalp ve bir sürü unutulmaz anı bırakarak bitiverir. Âşıklar birbirlerini bir gün yeniden bulma sözüyle ayrılarak kendi yollarına yürürler. 

Aradan yıllar geçer ve Joe, mümkün olabilecek en yanlış zamanda Alice'in karşısına tekrar çıkar, ancak artık hayal bile edilemeyecek kadar ulaşılmazdır. 

Alice, bir zamanlar geleceği olmadığını düşündüğü ilk aşkı Joe ile zengin ve kendisiyle gelecek planları yapan üniversite aşkı Lukas arasında kalır.

Joe ile Alice için birbirlerinin kalplerini çaldıkları o yazın büyüsünü yakalamak mümkün olacak mıdır? Ve ilk aşklar gerçekten unutulmaz mıdır?

"Bir solukta okunacak eğlenceli bir kitap… Kaderin cilveleri ve bir o kadar duyguyla süslenmiş birinci sınıf bir roman." 
-Daily Express-
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 472

Baskı Yılı: 2014


Dili: Türkçe
Yayınevi: Sayfa 6

 YORUMUM:

Merhabalar... ☺

'Kalbimi Çaldığın O Yaz' 18 yaşındaki Alice Simmons'un yaz tatilinde annesiyle birlikte Dorset'e gitmelerini ve orada ilk aşkı Joe Strickwold'la yaşadıklarını anlatıyor...

Aslında 470 sayfalık bu kitapta sadece Alice'in yaz aşkı anlatılmıyor. Alice o dönemde neler yaşadı, ardından neler oldu, Alice'in iç çalkantıları gibi konular ele alınıyor. Bu arada olayları da direk Alice Simmons'un dilinden dinliyoruz.

Kitabın arka kapak yazısını hiç beğenmedim. Çünkü arka kapakta resmen kitabın son yüz sayfasında yaşanılan olayı bile yazmış. (Yok böyle birşey!)

Bunun dışında Alice'e de çoğu zaman sinir oldum. Kız ne yaptığını bilmiyor. 25 yaşına geliyor ve yine ne yaptığını bilmiyor. 

Yine de her şeye rağmen benim çok sevdiğim bir kitaptı. Kitabın dili oldukça akıcıydı. Kişiler ve olay örgüsü gerçekçiydi. Kitabın ilk başındaki olayları özellikle daha çok beğendim. (Alice'in üniversiteye gitmesinden öncekileri.) 

Bence yaz bitmeden severek okuyabileceğiniz bir kitap. Gerçi yaz bitti ama hala havalar çok sıcak. Neyse kendinize iyi bakın. ☺ Hoşçakalın...

Merhabalar... ☺Bloguma hoşgeldiniz.

Karen Robards’ın yazdığı Takip romanını okudum ve çok beğendim. Kitap polisiye, gerilim, macera ve hatta aşk konularını çok güzel harmanlamış. Ancak bu kitabın daha çok polisiye-gerilim türünde olduğunu söyleyebilirim. Kitabı okurken aşk, sevgi, sadakat, güven gibi duyguları mutlaka yüreğinizde hissedeceksiniz. Hatta bazen ‘’ Ben olsam ne yapardım?” diye  kendinizi sorgulayabilirsiniz. Ben sorguladım.
Arka kapak sayfasında kitabın konusundan ayrıntıyla bahsedilmiş. Bu yüzden ben kitabın konusunu pek eşelemek istemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim ki bu kitap çaylak bir avukat olan Jessica Ford’un patronu tarafından kendisine verilen görevin ardından başına gelenleri anlatıyor. Bir taraftan kimden kaçtığını bilmeden kaçarken diğer taraftan hiç tanımadığı ve güvenmediği bir adama sığınmak zorunda kalıyor. Bu adam ise Gizli Servis ajanı Mark Ryan.
Kitabın ismi olan Takip konusuyla birebir örtüşmüş. Kitaptaki karakterler Jessika, Mark, Jessica’nın ailesi ve First Lady’nin gerçek hayattaki kişilerden hiç bir farkı yok. Olaylarda bir abartılık olduğunu da düşünmüyorum. Kitabı bitirdiğim zaman benim aklımda bir pürüz kalmadı.
 Yazar 2015’te bu kitabın bir devamı niteliğinde mi bilmiyorum ama yine içinde Jess’in olduğu bir kitap yazmış. Araya biraz zaman koyup önümüzdeki aylarda o kitabı da mutlaka okuyacağım.
☺Şimdilik görüşmek üzere.

Merhabalar. ☺ Bana çok şey kazandıran, arada sırada hüzünlendirip sonra bir anda gülümsememi sağlayan Mucize kitabını okudum. Bu kitap bana aileyi, dostluğu, sevgiyi ve en önemlisi de sadece insanlara karşı değil bütün canlılara hatta çevreye karşı nazik olmayı öğretti. Eğer size çok şey kazandıracak, üzerinde düşünmenizi sağlayacak bir kitap istiyorsanız okuyabilirsiniz.

Mucize'nin konusu ne? Mucize doğuştan(genetiksel) yüzünde aşırı derecede anormallikler olan Agust'un hayatını anlatıyor. İlk olarak kitap Agust'un bakış açısıyla anlatılmaya başlıyor. Agust on yaşında, geçmişinde hastalıkları ve sıradışı yüzünden dolayı sürekli ameliyatlar geçirmiş bir çocuk. İlk başta yüzünün neye benzediğini söylemiyor ve düşündüğünüzden daha kötü diyor. Ancak ilerleyen sayfalarda Agust'un yüzünün neye benzediğini az çok tahmin edebiliyorsunuz.

Agust'a 10 yaşına kadar annesi evde eğitim veriyor ve bu yaşına geldiğinde ise hem annesinin hem de babasının ortak kararıyla okula gitmesinin artık gerekli olduğu söyleniyor. Zaten olaylar da bu noktadan sonra başlıyor. Agust'un istediği tek şey hayatında sıradışı yüzüyle sıradan biri olmak. Gittiği okulda ise 500 öğrenciyle birlikte okuyacak.

Kitapta olayların hepsi Agust'un ağzıyla anlatılmamış. Farklı kişilerin açısından da bakılıp yazılmış. Mesela hikayeyi ilk Agust'un ağzından okuyorsunuz ve ardından ablasının bakış açısını okuyorsunuz. Bu teknik kitabın daha akıcı ve görüş olarak daha geniş açılı olmasını sağlamış.

Kitaba karşı bir iki eleştirim ise kitaptaki olaylar Agust, ablası, ablasının erkek arkadaşı ve Agust'un arkadaşları açısından anlatılmış. Ben annesinin ve babasının da bakış açısını görmeyi çok isterdim.  Keşke bir de olaylar onların ağzından anlatılsaydı. İkinci eleştirim ise kitabın sonu hem hızlı ve kısa bitirilmiş hem de sanki zoraki gibi olmuş. Bunlar dışında mutlaka okunması gereken çok çok çok güzel bir kitaptı. ☺Yani okuyun diyorum okuyun ya. ☺Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere.

Merhaba. ☺Sevimli Küçük Yalancılar serisinin ilk kitabını okudum. Kitapta olaylar Rosewood'ta geçmektedir. Rosewood sessiz sakin, hiç kötü olayların yaşanmadığı bir yerdir. Kitapta beş kızdan oluşan bir grup vardır. Aria, Spencer, Hanna, Emily ve Alison. Bu kızlar okulun en popülerleridir ve okulun koridorundan geçerken diğerlerine tepeden bakmaktadırlar. Hepsi seçkin ailelerin kızlarıdır ve çok yakın arkadaştırlar.

Grubun en popüleri ve en mükemmeli ise Alison'dur. Alison gruptan herkesin sırlarını bilmektedir ve kızlar bu durumdan huzursuzdur. Çünkü onlara göre Alison sır saklamayı bilmeyen güvenilmez bir kızdır.

Nitekim Alison ortadan kaybolur ve içten içe kızlar bu duruma sevinir. Çünkü hepsinin en mahrem sırları Alison'la beraber kaybolmuştur. Alison'un kaybolmasından önce de grupta çatlaklar varken kaybolmanın ardından grup dağılır. Ta ki üç yıl sonraya kadar... Kızlar A'dan gizemli mesajlar almaya başlarlar ve bu mesajlarda sadece Alison'un bildiği sırlar vardır. Sadece bununla da bitmez A sürekli olarak kızları izleyip tehdit ediyordur. A, Alison'u taklit ediyordur.

Severek okuduğum bir kitaptı. Zaten geçen yaz dizisini de severek izliyordum. İlk kitap ile dizinin ilk sezonu neredeyse birebir uyuşuyor. Peki kitap mı yoksa dizi mi daha güzel? Ben kitabı okurken dizi resmen gözlerimin önünde canlandı. Hatırlayamadığım bir iki karakterin görsellerine ise internetten baktım. Bence çok kısa bir vakitte bitecek çerezlik bir kitap. Bu kitapla okuyamama modundaysanız bu moddan kurtulabilirsiniz.

'Bir Yumak Mutluluk' Küçük Mucizeler Dükkanı serisinin ikinci kitabı. Bu kitap diğer kitabın devamı niteliğindedir. İlk kitapta Lydia Hoffman isminde bir kadın bir yün dükkanı açar. Aslında bu kadın geçmişinde büyük acılar yaşamıştır. Öyle ki daha genç kızken iki kere kansere yakalanmıştır ve kanserle savaşında en büyük destek babasından gelmiştir. Annesinin hastalıklara ve hastanelere karşı savaşacak gücü yoktur. Ablası Margaret ise Lydia'nın hasta olmasını sanki Lydia ilgi çekmek için kendi kanser olmak istemiş gibi görmektedir. Bu arada Lydia ikinci defa kanseri yendiğinde babasını kalp krizi yüzünden kaybetmiştir.
Neyse gelelim asıl konuya. Lydia babasından kalan bir miktar parayla dükkanını açar ve işlerini az biraz oturtunca örgü kursu açmaya karar verir. Örgü kursunda harika üç dost edinir.

İlk kitapta hem Lydia'nın yaşadıkları hem de örgü kursunda başlayan bu büyük dostluklar ele alınır.

İkinci kitapta ise yine aynı yerde Lydia çorap örme kursu açmaya karar verir. ☺
Kitabın olay örgüsü önceki kitapla aynı şekilde gitmektedir. İlk kitabı sevdiyseniz bu kitabı da mutlaka seveceksiniz.